Çörekotunun Tarihçesi
Çörekotu çok eskiden beri bilinen bir kültür bitkisi olup, ülkemizde, ekmek, çörek ve bazı peynir çeşitlerinde yaygın olarak kullanılmaktadır. Hz. MUHAMMED (S.A.V.) ise hadislerinde “Çörekotuna kıymet verin, zira o ölümden başka her derde şifadır” buyurmuştur. Ortaçağ’ın başlarında çörekotu Avrupa ülkelerinde de önem kazanmış olup, Alman krallarından Büyük Karl ve Ludwig der Fromme 9. yüzyılda ülkelerinde çörekotu tarımı yapılmasını sağlamışlardır. 1031 yılında büyük Türk tıp bilgini ve filozofu İbn-i Sina eserlerinde tedavi edici çok yönlü etkilerini açıkladıktan sonra, çörekotu önemli bir tıbbi bitki olarak keşfedilmiştir. 18. yüzyıla kadar çörekotu halk arasında, kuduz ve yılan ısırmaları ile tümörlerin tedavisinde, antienflamatuvar (iltihap önleyici) ve süt artırıcı olmak üzere birçok amaçla kullanılmıştır. Ancak, batılı ülkelerde 200 yıl kadar unutulup, ihmal edildikten sonra, 20. yüzyılın sonunda bir tesadüf sonucu yeniden keşfedilmiştir.
Günümüzde Avrupa ve Amerika’da, veteriner ilaçları olarak da üretilmeye başlayan bitkisel ilaçlar, hayvanlarda özellikle koruma ve gelişimi artırma bakımından tercih edilen yan etkisiz maddeler olarak görülmektedir. Hayvanlarda görülen hastalıklara uygulanan geniş spektrumlu ilaçların hayvanların bünyelerinde birikim yaparak bunları tüketen insanları da etkilediği tespit edilmiştir. Bu etki, insanların bağışıklık sistemini olumsuz yönde etkilediği belirtilmiştir.
Genel Özellikleri
Çörekotunun genel özellikleri aşağıda verilmiştir.
Botanik sistematiği:
Aile: Ranunculaceae
Alt aile: Ranunculoideae
Cins: Nigelleae
Tür: Nigella sativa L.
Fiziksel Özellikleri:
Çörekotu Akdeniz bölgesinde yetişen boyu 3 mm.yi geçmeyen mor çenekli beyaz yapraklı tohumları siyah renkli bir bitkidir (Şekil 1.2.1, 1.2.2).
Bulunduğu bölgeler:
Çörekotu (Nigella sativa L.) Akdeniz bölgelerindeki ülkelerde (Mısır, Suriye, Türkiye) ve Hindistan da yetişmektedir.
Yetiştiği ortam:
Çörekotu, iyi bahçe toprağında ve güneşli bir bölgede daha iyi yetişmektedir. Sıklıkla işlenmiş toprakta verimi daha iyi olmaktadır. Özellikle batı Asya ve Hindistan’da yetişmektedir. Tohumları ve soğuk basınçta elde edilen yağı tüketilmektedir.
Biyokimyasal yapısı
Çörekotunun içerisinde: Alanin, arginin, askorbik–asit, asparagin, kampesterol, karvon, simen, sistin, dehidroaskorbik–asit, eikosadienoik–asit, glukoz, glutamik–asit, glisin, demir, izolösin, lösin, d–limonen, linoleik–asit, linolenik–asit, lipaz, lisin, metiyonin, miristik–asit, nigellin, nigellon, oleik–asit, palmitik–asit, fenilalanin, pitosteroller, potasyum, beta–sitosterol, alfa–spinasterol, stearik–asit, stigmasterol, tanen, tireonin, timohidrokuinon, timokuinon, tiriptofan, tirosin maddeleri tespit edilmiştir.
İçerdiği maddelerin gösterdiği farmakolojik etkileri
Çörekotu (Nigella sativa, L.), yaygın olarak siyah tohum veya siyah kimyon olarak bilinir. Geleneksel olarak Arap ülkelerinde, Hindistan’da, Avrupa’da, hem mutfaklarda hem de ilaç amaçlı kullanılmaktadır. Antibakteriyel, antifungal, antiviral, antiprotozoan, antihistaminik, antioksidan, antienflamatuvar ve immünostimulant özelliklere. Özellikle de astım, hipertansiyon, şeker (Tip II), enflamasyon, öksürük, bronşit, baş ağrısı, egzama, grip, ateş, baş dönmesi gibi birçok hastalıklarda kullanılmaktadır.
Halk arasında 2500 yıldan beri tanınan ve kullanılan çörekotu (Nigella sativa L.) üzerinde 1959 yılından itibaren uluslar arası düzeyde 200’den fazla araştırma yapılmıştır. Bu çalışmalar sonucunda şimdiye kadar çörekotunda 100’den fazla madde tespit edilmiştir. Bu durum, çörekotunu doğal tedavi yöntemleri uygulayan hekimleri ilgi odağı haline getirmiştir.
Çörekotu yağının insan ve bazı hayvanlarda bağışıklık sistemi üzerine etkisi araştırılmış olmasına rağmen yapılan literatür incelemelerinde deriden sürme uygulamasıyla balıkların bağışıklık sistemine olan stimulan etkisinin tespit edilmediği görülmüştür.
İnsanlarda astım ve nörodermatit hastalarının çörekotu ile tedavisinde başarılı sonuç elde edilmesi, Almanya ve Amerika başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde çörekotunun etkileri ve etkili maddeleri üzerine araştırmalar başlatılmıştır. Çörekotunun antienflamatuvar, antialerjik, antibakteriyel, antimikotik, immünoregülator, antidiyabetik ve antiromatizmal etkileri olduğu bildirilmektedir. Son yıllarda çoğu ilaç firmaları çörekotu veya çörekotu yağını, içerdiği maddelerden dolayı tercih etmektedir. Bu maddeler antineoplastik (tümöre karşı), antibakteriyel, antifungal, antihelmintik etkilere sahipdir.
Çörekotunun uçucu yağının çeşitli reaksiyonlarda görev aldığı tespit edilmiştir. Bu görevler:
– Antihistaminik, antienflamatuvar, antienfektif özelliklere sahip olduğu ve bronko dilatasyon (damar genişletme) yaptığı,
– Kristalize nigellon’un histamin salınımını tetikleyici madde olarak bilinen protein kinaz C’yi inhibe ettiği,
– Esansiyel yağlarının bağışıklık sistemini dengelediği,
– Alerjik reaksiyonları regule ettiği,
– Metabolizmayı desteklediği, kolesterol ve şekeri düşürdüğü,
– Kemik iliğini uyararak interferon üretimini artırdığı,
– Eser elementlerin enzim reaksiyonları için elzem kofaktörler içerdiği belirlenmiştir.
Yan etkileri
Çörekotu tohumlarının ve yağının şimdiye kadar belirlenen herhangi bir yan etkisi tespit edilmemiştir. Yararları uzun dönemde ve düzenli olarak kullanılırsa görülebilir.
Çörekotu’nun içeriği
Çörekotunun protein içeriğinde 15 amino asit bulunur, 8 tanesi esansiyel olup, genelde kırmızı et ve balıkta mevcut olan arginin de mevcuttur. Karbonhidrat grubundan monosakkaridler ve nişasta olmayan polisakkaritlerde bulunmaktadır.
Çörekotunun (Nigella sativa L.) tohumlarında % 36–38 yağ, %20 protein, alkoloidler, saponin ve % 0,4–2,5 uçucu yağ vardır. Tespit edilen yağda, yağ asitlerinden, pek rastlanmayan araşidik ve eikosadienoik asitler vardır.
Uçucu yağ analizlerinde ise tyhmoquinone (% 27,8–57,0), p–simen (%7,1–15,5), karvakrol (% 5,8–11,6), t–anethol (% 0,25–2,3), 4–terpineol (% 2,0–6,6) ve longifolin (% 1,0–8,0), dört alkaloit; nigellisin, nigellidin , nigellimin ve N–oksit tespit edilmiştir.
Çörekotunun ihtiva ettiği maddelerin özellikleri
Vitamin A (Retinol)
Görme, büyüme ve yaşlanma etkilerini azaltan etkileri vardır. Kemik gelişimini, embriyonik gelişimi etkilemektedir. Antioksidan özelliğinden ötürü kanser gelişiminin önüne geçmektedir. Karotenoidler antioksidan aktivitesi yüksek maddelerdir. Retinolün eksikliğinde; iştahsızlık, gelişme durgunluğu, döl veriminde gerileme, ekzoftalmus, karında su toplanması, vücutta ödemlerin oluşması, böbrekte hemoraji ve pigmentasyon eksikliği gibi patolojik durumlar meydana gelmektedir.
Vitamin B1 (Tiyamin)
Enerji metabolizmasında ve sinir uyarımının başlatılmasında önemlidir. Eksikliğinde balıklarda kas ve görme yeteneğinde kayıplara neden olur. İnsektisit özeliği vardır. Tiyamin eksikliğinde; yüzme bozuklukları, iştahsızlık, sinir sistemi bozuklukları ve felç, beyin lezyonları, hava kesesinde aşırı şişme ya da büzülme görülmektedir. İlerlemiş halde ölümler meydana gelir. Aydınlanma süresi ve ışık şiddeti arttıkça bu bozukluklar artar. Bu bozukluklar Salmonid ve Cyprinidlerde sıkça rastlanmasının yanı sıra Ichtalurus punctatus, Pagrus major, Lates calcarifer ve Anguilla anguilla türlerinde görülmektedir.
Vitamin B2 (Riboflavin)
Karbonhidratlardan, yağ ve proteinlerden enerji salınımını sağlar. Kırmızı kan hücrelerinin bütünlüğünü sürdürmelerine yardımcı olur. Riboflavin sık sık görülen enfeksiyonlara ve karaciğer hastalıklarına karşı canlı organizmayı uzun süre korur. Vitamin B2 eksikliğinde; gökkuşağı alabalıklarında göz, burun deliklerinin dış kısımları ve operkulumda kanamalar meydana gelir. Gözlerin donuklaşması, bulanık görme, iriste renksizleşme, ışıktan kaçma, deride siyahlaşma ve yüzme bozuklukları görülmektedir. Ayrıca mortalite yükselir.
Vitamin B3 (Niyasin, Nikotinik asit)
Karbonhidrat ve yağlardan enerji salınımında ve protein metabolizmasında görev alır. Hormonların yapımına ve kırmızı kan hücrelerinin oluşumuna yardımcı olur. Niyasin eksikliğinde balıklarda; yüzme bozuklukları, bağırsak lezyonları, vücutta ödemler, kas spazmları, solungaç şişlikleri görülmektedir. Bunlara ilave olarak yayın balıklarında ışıktan kaçma, tetani ve uyuşukluk; çinok salmonlarında ise deri iltihaplanması görülmüştür. Salmonidlerde, Cyprinus carpio, Ichtalurus punctatus, Pagrus major, Anguilla japonica ve Silurus glanis türlerinde niyasin eksikliğine bağlı hastalıklar belirlenmiştir.
Vitamin C (Askorbik Asit)
Vücudun birçok fonksiyonunda çok önemli rollere sahiptir. Güçlü bir antioksidandır, DNA’nın oksidatif yıkımına karşı koruyucu özelliği vardır, yağların ve proteinlerin yapısına girer. Sinir sistemi transmitterlerinin ve hormonların yapısına girer. Bağışıklık sisteminin düzenli çalışmasını sağlar. Alınan C vitamini balıklarda yem alımını artırır. Eksikliğinde veya yetersizliğinde; lordosis, kıkırdak dokunun bozulması, deri, karaciğer, böbrek ve kaslarda hemorajiler, solungaç, yüzgeç, çene ve kılçıklarda anomaliler oluşur.
Kalsiyum
Kan pıhtılaşması, kas kasılması, enzim reaksiyonları, hücresel iletişim ve deri değişimlerinde rol oynar. Kemik ve dişlerin güçlenmesine yardım eder. Eksikliğinde iskelet sisteminde gelişememe, balıkların yumurta sayısında azalmalara neden olmaktadır Tuzlu sulardan tatlı sulara geçişte balıklar normal kalsiyum ihtiyacını, su içerisindeki kalsiyumu epitellerinden ve solungaçlarından alarak kullanabilmektedir.
Potasyum
Kan akışına, sinir hücrelerinin iletişimine yardım eder. Deniz balıklarının veya tatlı sulardan tuzlu sulara göç eden balıkların solungaç dokularında Na-K ATPaz enziminin aktivasyonu ile gerçekleşen adaptasyon işleminde rol alırlar. Ayrıca taşıdıkları iyonlar vasıtasıyla balık vücudunda elektrik yüklerinin dengelenmesi, hipertansiv özelliklerinden ötürü dolaşım sistemi ve böbreklerde etkindirler.
Demir
Demir, oksijenin akciğerlerden kan yolu ile dokulara taşınmasında kırmızı kan hücrelerinin hemoglobin proteininin yapısına girer. Benzer bir kas proteini olan miyoglobülin kas kasılmalarında ihtiva ettiği demir içerisinde depolamış olduğu oksijeni kullanır. Demir, birçok enzim için bir kofaktör olarak ve hücresel enerji üretimi için bulunmaz bir maddedir. Demir eksikliğinde genellikle balıklarda kansızlık ve kilo kaybı, anemi ve büyüme geriliği görülür görülür. Demir depoları tüketildiği zaman oksijen tutma kapasitesi azalır. Demir balıklarda oksidasyon/redüksiyon olaylarının bir kısmında elektron transportunda, bazı enzimlerin yapısında, oksijen taşınmasında rol oynar. Demir, solungaçlardan alınmasına karşın barsak mukozasından emilir.
Selenyum
Önemli bir ametal bir maddedir. Çoğu kanser tiplerine karşı tavsiye edilmektedir. Birçok proteinin fonksiyonu için önemlidir. Bunlardan biri glutatyon peroksidazdır. Bu enzim peroksitlerin hücrede meydana getirdiği yıkımı engellemede önemlidir. Selenyum, arsenik ve cıva gibi toksik maddeleri bağlayabilir. Selenyum eksikliğinde balıklarda kas güçsüzlüğü, kaslarda iltihaplanmaya ve kırmızı kan hücrelerinde kolay parçalanmaya neden olur.
Magnezyum
Çeşitli enzimlerin yapısı ile birleşerek enerji metabolizmasında görev alır. Protein sentezi ve nükleik asit sentezinde rol oynar. Eksikliğinde sindirim sistemi bozuklukları görülür. Kalsiyum seviyesini düzenler. Kalsiyum seviyesi ile magnezyum seviyesi doğru orantılıdır. Deniz balıklarının böbrekleri, alınan deniz suyundan çok güçlü magnezyum üretir. Tatlı su balıklarında uygulanan magnezyum belirli bir seviyeden sonra toksik etki göstermiştir. Özellikle kalsiyumca zengin olan sularda, tatlı suya adapte edilen alabalıkların Mg kanallarının, Mg/Zengin Ca adı verilen hücrelerce zenginleştiği tespit edilmiştir.
Çinko
Büyümede, iştahta, erkek cinsel özelliğin gelişiminde, deri sağlığında, zihinsel aktivitede, yaraların iyileşmesinde ve bağışıklık sisteminin fonksiyonlarında önemli rollere sahiptir. Çinko çoğu enzim için bir kofaktördür ki bu enzimler karbonhidrat, yağ ve nükleik asit (DNA gibi) metabolizmasında rol oynar. Çinko, membranların ve hücre bileşenlerinin stabilizasyonunda işlevseldir. Karbonhidrat ve lipit gibi makro moleküllerin sentezi ve yıkımı ile ilgili bazı enzimlerin bileşenidir. Çinko ve mangan eksikliğinde balıkların gelişiminde yavaşlama görülmektedir.